15 Mayıs 2022

İYİ TEMİZLENMEMİŞ BİR KOKOREÇ- Ulaş Çınar

Öylesine bir şeyler anlatıp kendini kalabalığa kanıtlamak istemedi. Şovenlerin kanserli bağırsaklarını yırtıp masadan kalktı. Kokoreç yemeye gitti. Masadakilerin hayatlarını teker teker düşündü. Viskisini yudumlarken yurtdışında katıldığı sempozyumları anlatıp duran o arkeolog herif gece evine gittiğinde atletini giyip beyni koltuğunun altında sikini kaşırken bir futbol maçı izlemiyor muydu yani? Derilerini kaybetmiş o kadınlar. Masadaki o burjuvari o yapışkanlık. Her şey o masada yapılabilir ve her ne olursa olsun meşru kılınabilirdi. Midesi bulandı. İyi temizlenmemiş bir kokoreç.

İnsanların ona zarar verebilme ihtimalinden nefret ederdi. Canı yanmaz ancak karşı koyamayacağı bir üstünlüğün kapısını çalması durumunda yenemeyeceği kompleksi onu yatağa dahi düşürebilirdi.

Bir de takıntısı vardı. Linç yediği, kemiklerinin kırıldığı, hatta tek gözünü kaybetmesine rağmen asla vazgeçemediği bir takıntı. Sokak hayvanlarıyla konuşmaya çalışır, cevap alamadığında sinirlenip onlara tekme atardı.

Bir yavru köpeği öldürdüğü gün gözünü kaybetmişti. Hastanedeki arkadaşları sayesinde cezai ehliyeti olmayan biri olarak tanınır ve yargıdan bu şekilde kaçabilirdi.

Hayvanları çok severdi. Ve artık yaşadığı ülkedeki insanların yapmış olduğu vicdan mastürbasyonunu bir oyuncak haline getirerek onlara yardımcı oluyordu. Hastanede kaldığı bir gün etraftakilere sakince bir açıklama yaptı. “Makyaj malzemelerinize hiç göz attınız mı? Dövüştürdüğünüz o köpekler? Bir düşünün. Yolun kenarında, soğuk havaya rağmen terlikleriyle kenara oturup dilenen yaşlı bir kadını kaçınız umursadınız? Peki ya ben o kadını herkesin gözü önünde küfürler savurarak hırpalayacak olursam? Önce güzel bir dayak yerim. Çünkü insanların gereksiz öfkesi merhametinden önce gelir. Peki ya sonra? Bu olaya tanıklık eden ve bana her yumruk sallayıp polisi arayan bireylerin hepsi birden günün stresini attıktan sonra yarım saat önce umursanmayan o kadının kollarına girip kendilerini iyi hissetmek için ellerinden geleni yaparlar. Ben bir yaratıcıyım, görünmeyeni görünür kılarım ve sizler benim oyuncaklarımsınız. Büyüyene kadar oynayacağım sizinle. “

Onu dinleyen hastane çalışanları durumu üst katlara bildirip diğer hastalara yaratabileceği olumsuz etkileri düşünerek bir usulsüzlükle serbest bırakmışlardı. Mahallesine girdiğinde kimse ona selam vermez, o da kimseye gülümsemezdi. Yaptığı bu acımasızlığın, buna maruz kalan canlıya olan dönütlerini düşündüğünde dayak yerken dahi rahatlar ve bunu bir karaktersizlik olarak görmezdi.

Evine gidip biraz uzandı. Uzun süredir ağrı çekmiyor ve onu bu durum edindiği misyondan yavaş yavaş uzaklaştırıyordu. Rahat bir uyku çekti. Rüyasında öldürdüğü o yavruyu gördü. Hala aynı boyutta, hiç büyümemiş ve hala aynı sevecenlikle yanına geliyor, onunla oynamaya çalışıyordu. Bir takım kararlarının değişmesini sağlayan bir rüyaydı bu. Başka bir şey düşünmeliydi. Onları öldürmeyecek bir yol. Buna bir süre ara verme kararı aldı. Ancak oyununa devam edecekti.

Kalabalık bir meydana kendini attı. Etrafı süze süze yürümeye başladı. Israrcı ve bozuk Türkçesi ile ona yapışan dilenciyi itip bağıra çağıra küfürler etmeye başladı. Ancak ters giden durum şuydu ki; tepki dilenciye yöneldi. Kalabalık etrafına toplandı ve o buna engel olamadı. Aralarından biri dilenciye bir yumruk sallayıp benzin dolu bidonun içerisine ateş tükürmüş oldu. Bir hayvanı öldürdüğünde dahi böylesine bir dayak yemeyişini hayretle izlerken artık dilencinin hareket etmediğini fark etti. Ambulans geldi. Kalabalık gergin bir haftanın stresini atmış vaziyette evlerine dağıldı. Sonra bir ekip arabası daha geldi ve onu tekrar hastaneye götürdü. Artık az çok tanındığı için gereksiz ön protokoller es geçiliyordu. Sağlık muayenesinin ardından sağlıklı bir deli olduğuna karar verilip, onun için verilecek ilaçlar ve tedavi yöntemleri belirlendikten sonra odasına götürüldü.

Günler geçti, haftalar, aylar. Hala atamıyordu aklından. Oyuncağı elinde patlamıştı. Görmeyen gözü, kaşınmaya başlamıştı. O kitlenin, ne yaptığını dahi bilmediği bir dilenciyi neden döve döve öldürdüğünü düşünmekten artık gerçekten hasta gibi görünüyordu. Yavaş yavaş diğerleriyle konuşmaya başladı. Onları beslemeye başladığı insan nefreti üzerine politize etmekti niyeti. İlk etapta doğrudan anlattı. Oynadığı oyunu, yapmaya çalıştığı şeyi dümdüz bir şekilde aktarmaya çalıştı. Pürüzlü beyinlere düz bir anlatım herhangi bir etkide bulunmamıştı ancak hastane çalışanları ve doktorlarla arasının iyi oluşunu bir fırsata çevirmişti. Onlarla her özel olarak görüştüğünde yatakhaneye döner, tuvalette kollarına bacaklarına lastiklerle kızarıklıklar bırakıp tek tek her hastayla ettikleri muhabbette yalnızca ona anlatmış olduğu tutulması gerekilen bir sırmış gibi darp hikayeleri yaratırdı. Hiçbir hasta bu durumu bir başkasına anlatmayı göze alamadığı günlerde darpın şiddeti de büyüyordu. Morluklara, kesiklere dönüşüyordu.

Yaratmayı başardığı enerji artık bir kıvılcım istiyordu. Takıntılı hastalara ilaçların bir tür zehir içerdiğini, şizofrenlere kurmuş oldukları kendi iç dünyalarını herkesin kıskandığını ve bu yüzden koparılmak istendiğini anlattı durdu. Tek derdi o meydandı. Anlatmış olduğunu düz anlatım şimdi iş görmeye başlamıştı. Dilenciyi öldüren kitlenin bir küçüğünün de burada bulunduğuna inanıyordu artık herkes. Tek bir şiddet belirtisi dahi göstermeden sadece beklediler. Sanatla iç içe, kendi halinde çıkacakları ya da ölecekleri günü bekleyen hastaların içinde artık bir ateş vardı. Sebepsiz yere bir gün öldürülebileceklerini biliyorlardı.

İki haftada bir hastaların arasında yapılan oylama ile resim, müzik ya da oymacılık dersi verilirdi. Tehlike yaratabilecek hastalar oymacılık dersine alınmadıkları için uzun süredir bu ders seçilmiyordu. Ama bu sefer seçildi. Kullandıkları o maket bıçaklarının parçalarını kırıp diğer derse katılamayacak olan hastalara dağıtıldı. İki haftaya kadar görmüş olduğu darpın giderek arttığını anlatıyordu insanlara. Dilinin dip taraflarına kesikler atıp ağzında biriktirdiği kanı kusuyordu hastaların içinde. Kontrol edemeyeceği bir kitle yarattığının farkındaydı. Ama çektiği vicdan azabı bütün iplerini koparmıştı. Diğer oymacılık dersine kadar yatağından çıkmamayı tercih etti. Derse son gün kaldığında güvenlik görevlilerini bir şekilde öldürmeleri gerektiğini derse girecek hastalara anlatmaya başladı.

Tek dileği öğretmene dokunmamalarıydı. Rica etti. Uygun görüldü. Yarattığı güç artık onu tahlil ediyor, kararlar veriyordu. Ders sırasında lavaboya gitti. Diş fırçasını yanına alıp görevlilerle sohbet etmek için ayaklandı. Kör bir noktaya yöneldi ve derse alınmayan kırgın hastaların görüş alanının dışına çıktı. Ancak çıkarken görevliyle kendini herkese iyice gösterdi. Sigara içip ilacın yan etkileri üzerine konuşmalar yaparken önce oturduğu yerden alana nasıl yürüyeceğini hesaplayıp ezberlemeye çalıştı.

- Hem izlemeyi hem de oynamayı çok sevdiğin bir tiyatro oyununda en çok üzüleceğin an neresi olurdu?

- Bilmem, neresi?

- Son perde. Diş fırçasını cebinden çıkarıp derin bir nefes aldıktan sonra sapıyla diğer gözüne sert bir şekilde batırdıktan sonra hastaların olduğu alana çığlık ata ata koştu. Diğer gözünü de basit temellere dayanan ancak kanlı bir oyun uğruna feda etmişti. Yerde kanlar içinde hastalar tarafından görüldüğünde artık bu enerji ortaya çıkmak için hazırdı. Sınıfın içinde bulunamayan hastalar kalemlerine bağladıkları maket bıçağı parçalarını çıkarıp büyük bir bağırışla görevlilere saldırmaya başladılar. Kapıdan olan biteni anlamaya çalışan silahlı güvenlik görevlileri, sinsice onları izleyen içleri sanat dolu insanlar tarafından boğazları oyularak öldürüldüler. Artık göremeyen bir insan haline gelmişken, şizofren bir hasta sevdiği kendi iç dünyasını kurtarmış biri olarak ona olan minnet borcunu kollarına girerek ödemeye çalıştı. Tüm kitle meydana doğru koşuyordu. Polisler geldi. Dur uyarılarına rağmen kimse tereddüt etmedi. Koşmaya devam edildi. Havaya açılan uyarı ateşlerinden biri bir güvercini vurup yere indirdi. Bir hastanın şahitliğinde gerçekleşen bu olay hastanın elinde bıçağıyla polisin üstüne koşması, ardından da vurulmasıyla sona erdi. Herkes aniden durdu.

“Sebepsiz yere öldürülebilirsiniz.”

Bir kenara itilmiş olan beyinlerin her birinin içinde aynı ses aynı anda yankılandı. Artık hepsi polislere doğru koşuyordu. Aralarından biri dahi onlara dokunamadan teker teker vurulmuşlardı.

Şizofrenin önderliğinde yoluna devam ederken o, oldukça geri kaldıklarını kesilen sesten anladı. Koşan onca insanı düşündükçe çok daha az dikkat çektikleri için sorun yaşanmadan ağır ağır yürümeye devam ediyorlardı.

- Seni de oraya götüreceğim. Ellerimden çalmak üzere oldukları dünyayı bana tekrar kazandırdın. Burada artık o kadar zaman kaybetmeyelim sana orada iki göz vereceğim.

- Hadi gidelim.

Önce onun boğazını zorlanarak kesti. Sonra titreyen dudaklarıyla gülümsemeye çalışarak kendi şah damarına derin bir kesik atıp yere oturdu. Cesetler teker teker toplandı. Tek bir mezarlığa hepsi yığıldı. Ve uzunca yıllar hiç kimse gözünü kaybetmedi.